Dönem dönem yönetmenler bir hikayeyi devam ettirmek veyahut bir düşünce üzerinden devam filmleri yapmak adına seriler oluşturmuştur.Godfather,Star Wars ve Lord of the Rings hikaye devamı adına bahsettiğimiz serilere örnek gösterilebilir.Diğer yandan Haneke'nin Duygusal Buzlaşma üçlemesi,Kieslowski'nin Üç Rengi ve Chan Wook Park'ın İntikam Üçlemesi de düşünce anlamında bir seri oluşturur.Üzerinde durucağım Üçleme ise Lars Von Trier'in Altın Kalp Üçlemesi.

Lars Von Trier yönetmenliğinin ilk yıllarında eleştirel anlamda Avrupa üzerine yoğunlaşmış ve Avrupa Üçlemesi adını verdiği yapımlara imza atmıştı.Sonrasında ise kafasında yapıcağı filmlerle ilgili yeni bir taslak oluştu.Çocukluğu döneminde okuduğu Guld Hjerte (Altın Kalp) adlı resimli masaldan ve Justine isimli romandan etkilenen Trier'in hayat felsefeside bu eserlerden izler taşır.Hayat görüşü olarak "iyilik yapmanın kilisede diz çöüp dua etmekten daha önemli olduğunu" belirtir ve bu iki eserde de iyiliğin sınırlarından taşmış iki kızın hayatı anlatılır.Her kötülüğe ve zorluğa karşı iyilikten ve pozitif düşünceden yılmayan karakterler Trier'in o dönem Breaking In the Waves ismini verdiği yeni filmine esin kaynağı olurlar.Sonrasında dogma 95'in ikinci filmi olan Idioterne ve Dancer in the Dark ile üçleme tamamlanır.





-Saflık ve İyilik Mevzusu-

Breaking in the Waves'te Bess karakteri saf,hassas,batıl inançları olan,geçmişinde yaşadığı psikolojik sorunlar nedeniyle hayatını kontrol edemeyen bir bireydir.Evlendikten sonra cinsel anlamda da hazların esiri olmuş bu nedenle kocasına düşkün bir karakteri ortaya koymaktadır.Bir kaza sonucu yatalak olan kocasının istekleri ile dindar bir toplumdan yetişmiş olmanın beraberinde getirdiği kısıtlamaların arasına sıkışmıştır.İstediği tek şey kocasının iyileşmesidir ve inancı uğruna herşeyi kurban edebilicek durumdadır.Mantıksız kararlar ve her iki tarafın isteklerini yerine getirmeye çalışırken yaşadığı sıkıntılar ve belirsizlikler filmin devamını konu alır.Saflığın ve herkesi mutlu etmeye çalışmanın getiriceği sonucun kişisel mutluluğa ulaşmak olduğunu düşünen Bess'in Tanrı ile hayal ettiği konuşmalarında algılayamadığı ise sınırsız isteklerin bir bedeli olduğudur.

Idioterne'de ise Altın Kalp karakteri olarak gösterilen kişi Karen'dir.Dogma 95 kurallarına uygun olduğu için çekim tekniğinden filmin montajlanmasına kadar detayların rol aldığı filmin konusu gerizekalı taklidi yaparak içlerindeki ahmağı ortaya çıkarmaya çalışan bir grup genc toplumdaki dışlanmış bireyler temasına dikkat çekerek çeşitli sapkınlıklara yönelmesidir. Gerizekalı grubuna son dahil olan Karen ise bebeğini yitirmiş ve toplumu eleştirmek veya sosyal mesaj vermek adına değil içindeki acıyı dindirmek için delirmeyi seçen biridir.Acıyla başetmek için delirmeyi tepki olarak seçmiştir.Karen karakteri acının derinlere gömülmesi ve hayatın kaldığı yerden yaşanmasından ziyade o acının saf bir şekilde gösterilmesinin mühimliğini ortaya koyar.Karen toplumdan öğrendiği dayatma modeller yerine içinden geldiğince yas tutar.Yaşadığı sinir krizleri ve içine kapanıklığı toplumun dışında kurulan bir dünyada kendi gerçek dünyasını bulmasını ve özgürleşmesini sağlar.Grup zaman içinde varolan dünyaya bu şekilde ayak uyduramıyacaklarını anlar ve en az normal insanlar kadar 'tutucu' olduklarını farkeder.Karen ise ahmaklığın sembolü olmuştur.Evden ayrılırken “Sizinle birlikte bir gerizekalıyken çok mutluydum.” diyebilicek kadar 'ahmak'tır.

Dancer in the Dark'ta ise genetik bir hastalık yüzünden gözleri gün geçtikce daha kötü görmeye başlayan ve kör olan Selma'nın oğlunu çok geç olmadan ameliyat ettirmek için çektiği sıkıntıları anlatır.Selma'nın kendi deyimiyle tek isteği oğlunun torunlarını görebilmesidir.Kendi hayatı adına tek umursadığı ise müzikallerdir.Kendi deyimiyle "müzikallerde hiç kötü birşey olmaz" ve bu nedenle Selma'nın yaşadığı renksiz yaşamın tek rengi müzikal provalarıdır.Müzikallerde kendinden geçer ve saf mutululuğu gözlerinden okunur.Oğlunu herşeyden öte tutması ve onun için birşeyler yapıyor olması mutlak iyiliği betimler.Selma idealist bir insandır ve inancı uğruna herşeyi yapabilicek biridir.




-Üçlemenin Sunduğu Eleştiriler-

Lars Von Trier Breaking in the Waves'te bolca din eleştirisi yapmaktadır.Kilisenin önde gelen yaşlılarının getirdiği baskı ve kısıtlamalar,kilisede kadınlara söz hakkınının tanınmaması ve cenaze ayinlerinde sergiledikleri tavır birer eleştiri konusudur.Din adamlarının din üzerinden başkalarını hor görme ve eleştirme haklarını kendilerinde görmeleri,toplumun tamamen dini kurallara göre şekillenmesi de filmde tek elden yansıtılan yönleri.Toplum içinde 'düşen' insana yardım eli uzatılacağı yerde din adamlarının buyurması üzerine Bess toplumdan dışlanmaktadır.Yaratılan toplum ve din imajı son derece rahatsızlık vericidir.Din üzerinden baskıcı bir yönetimin esiri olmuş toplumun dayatmalara başkaldırmaması ve bunları kabul etmesi Bess'in kaderine etki eder.

Idioterne ise dediğimiz gibi toplum eleştirisini baz alan bir yapımdır.Stoffer'in önderliğindeki grubun sergiledikleri 'ahmaklık' toplumun tepkisini ölçmeye çalışır.Burjuva eleştirisi yapan,ezilenlerin yanında saf tutan bu gençlerin her birinin misyonu vardır ve halkı kışkırttıkları kadar birbirlerini de kışkırtırlar.Yarattıkları isyan ne kadar toplum eleştirisi olsa da kendilerini tanımak için de kendi içlerinde yarattıkları bir yolculuktur.Saldırdıkları toplum dayatmaları kendi içlerindeki tutucu duvarlara yapılan saldırılarla eşdeğerdir.İki hafta sonunda toplumu gerçek anlamda terk etme çalışmaları başarısız olmuştur.İçlerinden çıkarmaya çalıştıkları saf ahmak aksine onların da tutucu olduğunu ortaya çıkarır ve kendilerini toplumdan tamamen soyutlayamazlar.Yapımda Stoffer'in topluma getirdiği şu eleştiri çok önemlidir."Toplumu her seferinde daha ileri taşıyamıyorsa,herkesi daha fazla mutlu edemiyorsa gittikçe zenginleşen bir toplumun mantığı nedir?"


Dancer in the Dark'ta ise Lars Von Trier para eksenli eleştiri yapmaktadır.Paranın insan ilişkilerini yönetmesinden yola çıkarak Selma'nın en önemli sırrına ihanet edilmiş olması ve Bill'in ihtirasları uğruna bir başkasının hayatını çalmaya çalışması paranın toplumdaki önemini vurgular.Diğer yandan yapımda göze çarpan ekonomik eşitsizliklerin yarattığı sıkıntılardır.Her ikisi de orta-alt sınıfa mensup bireyler iken Selma oğlunun ameliyatı için gece gündüz çalışıyordur,Linda ise lüks düşkünü olduğu için tüketime değer vermektedir ve bu ayrım sonucu tüketim çılgınlarının işçi sınıfının parasına göz dikmesine varmaktadır.Hakları yenmiş olan işçi sınıfı sağlık sorunlarını bile gidermekten aciz bir hale gelir.Ve böylece başkalarının malına göz dikmekte sorun görmeyen toplum Selma'nın komünistliğin daha iyi bir düzen olduğunu belirtmesinden rahatsız oluyor.


Cannes'ta Breaking in the Waves ile jüri özel ödülü,Dancer in the Dark ile de Altın Palmiye'yi kazanan Trier üçlemenin her filmiyle eleştiri konusu olmuştur.Eleştiri sunduğu her kesimin tepkisini alan Trier'in yarattığı kadın karakterler defeminist grupların tepkisini de çekmiştir.Eleştirileri pek önemsemeyen Trier Altın Kalp Üçlemesinden sonra 2000li yıllarda kadınlar üzerinden anlattığı hikayelere devam etti ve bu üçlemede üzerinde özellikle durduğu toplum ve Dancer in the Dark'ta öne çıkan Amerika eleştirilerisini de daha kışkırtıcı bir şekilde yapmaya başlamıştır.

2 serzeniş:

ksp dedi ki...

3 filmi epey aralıklarla izledim. "breaking the waves" ile "dancer in the dark" gerçekten de birbirine hem eleştirel anlamda hem de fikir yönünden çok benzeyen ve 3 leme mantığını tamamlayan yapıtlar olduğunu söyleyebilirim.dancer in the dark müzikal olsa da birbirlerine tür yönünden çok benzeyen iki film görüyoruz.fakat idiotern dogma 95 in sert bir biçimde uygulanmaya çalışılmış fakat bence başarısız olmuş bir ürünü olduğu için bu iki filmden ayrılıyor. Bu filminde de sert eleştiriler getirmeye çalışan trier bence oyuncu seçiminde ve mesajın iletilmesinde çuvallamış. Yani böyle büyük bir yönetmeni hoyratça eleştirmek belki yanlış ama idioterne e nedense bir türlü ısınamadım. Öte yandan trier'in dogville- manderlay ve çekilseydi washington üçlemesinin sanki daha etkileyici olduğunu düşünürüm hep. Ayrıca- iyice trier övücü bir yazı oldu ama- antichrist te de süper bir iş çıkartmış. O konudda da fikrinizi almak isterük! SAygılar . teşekkürler..

ealturk dedi ki...

Trier kariyerinin her anında arayış içine girdiği için Dogma 95 hevesini de Idiotern'den çıkarmıştır.Konusu muazzam lakin çekim tekniği ve mesajı veriş şekli bir hayli kötüydü bunu söylemekte sakınca yok ki bende büyük bir Trier hayranıyım.
Washington filmini çekmesinden vazgeçmesi de bu arayış halinde olması ve elindekilerinden bıkmasıdır.Antichrist'i bende çok beğendim özellikle açılış sekansı efsanedir ama o imgelerden sıyrılıp filmi anlatabilmek çok zor olduğundan hiç bulaşmıyorum :)